Az bilinen Türk korku filmleri denince aklınıza hemen cinli, büyülü kötü filmler gelmesin. Türk sinemasında korku türü, her ne kadar son yıllarda klişe anlatımlarla anılsa da, geçmişte oldukça özgün ve derinlikli örneklere sahiptir. Özellikle 1970’ler ve 1990’lar arasında çekilen bazı yapımlar, hem atmosfer yaratımı hem de yerel kültürle harmanlanmış hikayeleriyle dikkat çeker. Bu dönemde sinemacılar, Batı’dan ithal edilen korku unsurlarını Türk halk hikâyeleri, efsaneler ve mitolojilerle birleştirerek kendine özgü bir korku dili oluşturmayı başarmıştır. Örneğin, Şeytan (1974), her ne kadar The Exorcist filminin bir uyarlaması olarak bilinse de, filmin içerisine yerleştirilen yerel motifler ve kültürel dokunuşlar, onu sıradan bir kopyadan çok daha fazlası yapar.
Daha az bilinen ancak keşfedilmeyi bekleyen eserlerden biri de Karanlık Sular (1994) filmidir. Yönetmen Kutluğ Ataman, bu filmde korku ögelerini psikolojik derinlikle birleştirerek, toplumsal travmaları ve bireysel korkuları su yüzüne çıkarır. Bunun yanı sıra Drakula İstanbul’da (1952) gibi erken dönem denemeleri de unutulmamalıdır. Drakula İstanbul’da filmi, Bram Stoker’ın klasik eserini İstanbul’a taşıyarak, modernleşen bir toplumun geleneksel değerlerle çatışmasını kendine has bir atmosferde işlemektedir. Türk korku sineması, yüzeyde cinli filmlerle sınırlı gibi görünse de, derinlere inildiğinde hem hikâye anlatımı hem de sinematografik yenilikleriyle keşfedilmeyi bekleyen bir hazine sunmaktadır aslında.
Türk sinemasının bence kült sayılacak korku filmleri arasında yer alan Ölüler Konuşmaz ki (1970) yönetmen Yavuz Yalınkılıç imzasını taşıyan bir yapımdır. Film, dönemin Türk sinemasında pek sık rastlanmayan bir tür olan korku/gerilim unsurlarını işler ve bu yönüyle dikkat çeker. Film, bir grup insanın bir malikânede yaşadığı korkutucu olayları konu alır. Hikâye, ölülerin dirilmesi ve doğaüstü olayların yaşanması gibi gotik korku sinemasına özgü unsurlar içerir. Malikâneye yerleşen karakterler, bir süre sonra mekânın karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ölülerin ruhları, yaşanan trajedilerin izlerini bırakırken, gerilim giderek tırmanır.
Benim bir diğer favorim, aynı zamanda bir seri olan Çağan Irmak’ın Kabuslar Evi serisi. Türk sinema tarihinde korku türüne farklı bir soluk getiren, yerel unsurlarla psikolojik derinliği harmanlayan özel bir yapım olarak dikkat çeken seri, korkunun sadece doğaüstü varlıklarla değil, insan zihninin karanlık köşeleriyle de şekillenebileceğini gösterir. Her biri bağımsız bir hikâye anlatan bölümler, sıradan insanların karşılaştığı olağanüstü durumlar üzerinden korkunun farklı yüzlerini keşfe çıkar. Irmak, klasik korku unsurlarını Türk toplumuna özgü değerler ve travmalarla ustaca birleştirerek, seyircide hem gerilim hem de empati yaratmayı başarır.
Ancak bu saydığım filmler Türk korku sinemasına özellikle ilgi duyan kişiler tarafından artık biliniyor bence. Ben biraz daha az bilinenlere yer vermek istiyorum. Hatta aslında aşağıda listeleyeceklerim daha çok gerilim filmleri kategorisinde yer alıyor. Ancak tekinsiz ögeleri çokça görebileceğimiz cinsten. O halde vakit kaybetmeden başlayalım!
Kötü Tohum (1963)
1963 yapımı Türk gerilim filmi Kötü Tohum, orijinal adıyla The Bad Seed olan 1956 yapımı Amerikan filminin bir uyarlamasıdır. Amerikan filmi ise Maxwell Anderson’un aynı adlı tiyatro oyunundan ve William March’ın 1954 tarihli romanından uyarlanmıştır. Türk versiyonunun yönetmen koltuğunda Nevzat Pesen oturur ve başrollerinde Lale Oraloğlu ile Sezer Sezin gibi dönemin önemli oyuncuları yer alır. Film, Türk sinemasında psikolojik gerilim türünün erken ve dikkat çekici örneklerinden biri olarak kabul edilir.
Hikâye, görünüşte masum bir çocuk olan küçük bir kızın aslında doğuştan gelen bir kötülüğe sahip olduğunu ve çevresindekilere zarar vermekten çekinmediğini anlatır. Küçük kızın soğukkanlılıkla işlediği suçlar, annesinin bu durumu fark etmesiyle aile içinde büyük bir trajediye dönüşür. Film, bir çocuğun masumiyetinin sorgulanması, ahlaki ikilemler ve doğuştan gelen kötülük temalarını işlerken, Türk kültürüne özgü aile bağları ve toplumsal değerlerle zenginleştirilmiştir.
Nevzat Pesen’in uyarlaması, orijinal hikâyenin gerilim dolu yapısını korurken, Türk izleyicisine daha tanıdık gelen duygusal ve kültürel unsurlarla harmanlanmıştır. Film, hem dönemin cesur bir denemesi hem de Türk sinemasının gerilim türünde özgün bir adımı olarak sinema tarihimizde önemli bir yere sahiptir.
Yıldıztepe (1965)
Yıldıztepe (1965), anne ve babasını kaybeden Sevgi’nin (Fatma Girik) yeni hayatına adapte olmaya çalışırken karşılaştığı gizemli olayları konu alır. Yönetmenliğini Memduh Ün’ün yaptığı film, gerilim ve dram öğelerini bir arada sunar.
Hikaye, Sevgi’nin anne ve babasının ölümünden sonra Yıldıztepe adlı küçük bir köyde, uzak akrabalarının yanına taşınmasıyla başlar. Ancak Sevgi, burada sıcak bir karşılama beklerken, soğuk ve mesafeli insanlarla karşılaşır. Yeni evine alışmaya çalışırken, köydeki insanların garip davranışları ve evin atmosferindeki tuhaflıklar Sevgi’yi rahatsız eder. Zamanla Sevgi, hem köydeki insanlar hem de yaşadığı evle ilgili ürkütücü bir sırrın farkına varır.
Film, Sevgi’nin bu gizemi çözmeye çalışırken yaşadığı gerilim dolu anları ve içsel çatışmalarını işler. Fatma Girik, Sevgi karakterine hem masumiyet hem de cesaret katarak güçlü bir performans sergiler. Ekrem Bora ise köydeki gizemli karakterlerden birini canlandırarak hikayeye derinlik katar.
Evet film bir korku filmi değil ancak filmde tekinsiz ögeler ustaca işlenmiş bence.
Yol Kenarı (2017)
2017 yapımı Yol Kenarı, Tayfun Pirselimoğlu’nun yazıp yönettiği ve karanlık, gizemli atmosferiyle dikkat çeken bir filmdir. Zaman ve mekândan bağımsız bir yok oluş hikayesi anlatan Yol Kenarı, izleyiciyi absürt, kasvetli ve düşündürücü bir yolculuğa çıkarır. Pirselimoğlu’nun özgün sinema diliyle şekillenen yapım, alegorik bir anlatı sunarak insanlık ve medeniyetin çöküşüne dair derin bir sorgulama yapar.
Film, zaman ve mekandan bir hayli bağımsız ilginç bir kasabada, açıklanamayan doğaüstü olaylar, cinayetler ve tuhaf karakterlerle dolu bir hikaye sunar izleyiciye. Kasaba sakinleri sürekli artan bir huzursuzluk içinde, yaklaşmakta olan bir kıyametin habercisi gibi görünen olaylarla yüzleşir. Gökten düşen kuşlar, nedeni belirsiz cinayetler ve tuhaf olaylar, kasaba halkını bir tür kolektif paranoyaya sürükler. Herkesin bir şeylerden kaçmaya çalıştığı ya da bir sırrı sakladığı bu ortam, insan doğasının karanlık yanlarını ve toplumsal çöküşü simgeler.
Doğaüstü olaylar ve kasabanın atmosferi, bir yandan gerçeklikten kopuk bir masal havası yaratırken, diğer yandan günümüz dünyasına dair metaforik bir eleştiri sunar. Pirselimoğlu, bu anlatımıyla izleyiciyi hem rahatsız eder hem de düşünmeye sevk eder.
Biri Beni Gözlüyor (1988)
Sanırım bu filmi benden başka seven yok. Biri Beni Gözlüyor (1988), Stanley Kubrick’in Stephen King’in aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarladığı 1980 yapımı The Shining’in uyarlama filmi. Hikâye, bir yazar olan Hulki’nin (Tarık Tarcan), karısı ve küçük oğluyla birlikte kış sezonunda kapalı olan bir otelde bakım görevlisi olarak çalışmaya başlamasıyla başlar. Otel, dış dünyadan tamamen izole bir konumdadır ve Hulki, burada romanını tamamlamayı planlamaktadır. Ancak otelin geçmişiyle ilgili karanlık sırlar ve doğaüstü olaylar, Hulki’nin zihinsel dengesini bozmaya başlar.
Yazar, zamanla kendi akıl sağlığını kaybetmeye başlarken, ailesi de onun giderek artan şiddet eğilimlerinden etkilenir. Küçük oğulları ise oteldeki doğaüstü varlıklarla iletişim kurma yeteneğine sahiptir ve olayların merkezinde yer alır. Film, yazarın giderek deliliğe sürüklenmesi ve ailesinin hayatta kalma mücadelesi etrafında gelişir.
Benim az bilinen Türk korku filmleri listem bu şekildeydi. Elbette daha bir çok filmi bu kategoriye alabiliriz ancak ben en çok sevdiklerimi paylaştım.