İsmi Sanskritçe’de “boşluk” anlamına gelen Polonyalı grup Sunnata, 2014 yılında çıkardıkları ilk albümleri Climbing The Colossus‘dan bu yana hem görsel hem de işitsel anlamda kendilerini sürekli geliştiren sıradışı bir grup. 10 yılda 5 harika albüm çıkaran Sunnata, adeta yaratıcılıklarını her albümle bir kez daha biz dinleyicilerine kanıtlamış oldu. Her yeni şarkısı, yaratıcılık anlamında bir öncekinden daha iyi olan Sunnata, bu gelişim sürecinde müziklerine yeni bir boyut eklemiş desek abartı olmayacaktır.
Grubun müzik tarzı ise o kadar kendine özgü ki, tam olarak tarif etmek oldukça güç. Psikedelik ögeler, hipnotik sesler, stoner ve sludge’ın birleştiği alt yapılar, ve bunlara eklenen daha birçok katmanlı unsur, dinleyiciye benzersiz bir müzik şöleni sunuyor.
Sunnata röportajımız ile grubun bu benzersiz müzikal yolculuğuna birlikte göz atıyoruz!
Merhaba. 10 senelik üretimle dolu bir geçmişiniz var. İlk albümünüzden bugüne kadar yaratıcılığınızda nasıl bir evrim geçirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Merhaba! Sunnata’nın yaratıcılığı sürekli değişiyor. İlk iki albümle maksimalizme yönelen bir grup olarak başladık. “Climbing the Colossus” sludge metal alanlarını keşfediyor ve “Zorya” kesinlikle devasa atmosferik stoner / doom yapılarına giriyor. Ancak fark ettiğimiz şey, 3. albüm olan “Outlands” ile dikkatimizin daha çok transa neden olan, zamanla atmosfer oluşturan ve odaklanma ve sabır gerektiren minimalist yapılara yöneldiğiydi.
Yaratıcı sürecin kendisi çok fazla değişmedi. Kendimize karşı hala çok talepkarız, beklentilerimiz her zaman yüksek ve hayal ettiğimiz işlerin yüzde yüzünü tamamlamayan hiçbir fikre asla izin vermiyoruz.
“Müziğimizdeki ruh hep aynı kalacak”
Müziğiniz sludge, doom, stoner ve psychedelic türler arasında bir köprü gibi. Albümlerinizi dinleyince “Evet, bu Sunnata’ya ait” diyebiliyoruz. Sizce bunun en belirgin sebebi nedir?
Muhtemelen hepimiz farklı türlerde müzikler dinlediğimiz ama sadece hepsinin sinerjisinden bir şeyler yarattığımız içindir. Sunnata hiçbir zaman belirli bir türde çalmak istemedi, ancak belirli bir atmosfer yaratmak istedi. Bunu doom, stoner, post-metal, akustik ya da dark-folk americana ile başarmamız ikincil önemde. Müziğimizdeki ruh ise hep aynı kalacaktır.
“Büyük bir psytrance festivalinde çaldık”
Sunnatayı sadece metal dinleyicileri değil, farklı müzik türlerini sevenler de dinliyor. Birçok psytrance dinleyicisi Sunnata’yı seviyor. Bunun elbette psikedelik ögelerle alakası var, evet, fakat bence müziğinizde kullandığınız ayinsel tınılar bu durumu etkiliyor. Siz bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Haha, bu çok doğru – hatta büyük bir psytrance festivalinde, insanların tüm gece boyunca 150BPM’den sonra rahatlamaları ve gevşemeleri için kullanılan sahnelerde çaldık. Bu durum sanırım grubun biraz ruhani bir imajıyla; açıklık, iç gözlem, doğanın tadını çıkarma ve ayrıca günlük ritüellerin gücüne odaklanan değerlerimizle ilgili. Bunların çoğu “psytrance dinleyicileri” ya da temelde modern “new age/spiritüel” hareketler olarak tanımladığınız şeylerle tamamen ortak.
Dinleyicilerinizden aldığınız en ilginç geri bildirim ya da yorum neydi?
“Zorya” gibi daha fazla albüm kaydetmeliyiz, haha! Ama ciddiyetle söylemek gerekirse, dinleyicilerimiz arasında geri bildirimlerini paylaşma konusunda belli bir kalıp var. Çoğunlukla Sunnata’nın müziğinin onları nasıl içine çektiği, güvenli bir alanda, ayakta durmalarına yardımcı olduğu, aynı zamanda odaklandıkları ve genellikle orada burada bükülmeler olduğu için şarkılarımızın getirdiği şeylere şaşırdıkları hakkında.
“Polonya’nın her şeyi bir araya getiren tüm deneysel metal alt türlerinde güçlü olduğunu düşünüyorum”
Doğu Avrupa’daki metal sahnesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Polonya bu sahnede nasıl bir yere sahip?
Burada insanlar metali seviyor ve gerçekten yaratıcı. Polonya’nın özellikle black metal (yani Furia, Mgła, Totenmesse, Blaze of Perdition) veya her şeyi bir araya getiren tüm deneysel metal alt türlerinde güçlü olduğunu düşünüyorum. Avrupa şehirlerinin turne gruplarıyla aşırı doygunluğa ulaşması nedeniyle turne yapmak bugünlerde zor, ancak bunun dışında sahne gerçekten harika.
Müzik dışındaki ilham kaynaklarınız neler? Edebiyat, sinema ya da sanat alanlarından örnek verebilir misiniz?
Zdzisław Beksiński’nin vizyonları, A24 stüdyosundan halk korku hikayeleri ve yalnız bir dağda veya çöl yürüyüşünde sizi çevreleyen doğa sesleri arasında bir yerdeyiz. Ve tabii ki biraz da Dune: Frank Herbert için her zaman yer vardır.