Taurwen, Oğuzhan Durukan’ın 2020 yılında hayata geçirdiği tek kişilik bir müzik projesi olarak, dungeon synth sahnesinde kendine özgü bir yer edinmeyi başardı. Doğanın mistik dokusunu, pagan ruhunu ve atmosferik tınıları ustalıkla harmanlayan projede, her parça adeta bir hikâye anlatıyor. Türkiye’de bu türde üretilmiş nadide eserlerden biri olarak dikkat çeken Taurwen, dinleyicisini zamanda ve mekânda kaybolmaya davet eden büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Yeni albümün arifesinde Taurwen ile bir araya geldik ve merak edilenleri konuştuk.
Müzikle ilgili olan ilk hatırana gitmek istiyorum öncelikle. Seni derinden etkileyen ilk müzikal anın neydi?
Küçük yaşlarda metalin birçok türünü dinliyordum. Bu türde anlatılan hikayeler, diğer müzik türlerine kıyasla daha samimi, destansı ve gerçekçi geliyordu. Ancak ilk kez black metal dinlediğimde hissettiklerim bambaşkaydı. O güne kadar dinlediğim her şeyi bir kenara bırakıp, bu karanlık müziğe olan ilgim hızla arttı. Özellikle pastoral ve melankolik yanları beni derinden etkiledi. Daha önce dinlediğim hiçbir metal türünde böyle bir anlatım diliyle karşılaşmamıştım.
Black metal, hem sound hem de lirik açıdan ham ve doğaldı—tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu müziğin sunduğu çiğ gerçeklik, yaşanmışlık hissi beni içine çekti. İlgi duydukça daha derine inmeye, araştırmaya ve keşfetmeye başladım. Zamanla, bu karanlık sanatın bir parçası olduğumu fark ettim. Ve işte her şey böyle başladı. Sonrasında ise alt türler, dark folk, dungeon synth derken kendimi hâlâ bu sonsuz döngünün içinde buluyorum.
Taurwen
“Müzikal yolculuğum black metal sayesinde evrildi”
Süreç dark folk ve dungeon synth yapmaya nasıl evrildi peki?
Bahsettiğim gibi, müzikal yolculuğum black metal sayesinde evrildi. Dungeon synth, kesinlikle black metalin bir alt türüdür; aynı ruh ve felsefeyle üretilir. Dark folk da yine benzer bir sahnede kesişen bir tür. Zaten ilk dönem black metal albümlerine baktığınızda, neredeyse hepsinde intro veya outro olarak synth, senfonik unsurlar, klasik gitar ya da flüt içeren parçalar bulunur. Yani, bu türlerin hepsi aynı geminin yolcuları.
Bir gün ansızın, evimdeki Casio org ile ortaçağ esintili, melankolik synth melodileri ürettiğimi fark ettim. Bunun üzerine daha fazla çalışmaya başladım, zamanla kendimi geliştirdim ve demolar kaydettim. O dönem bile bu müziği ileride profesyonel bir şekilde kullanacağımı biliyor ve bunu planlıyordum. Aslında her şey bilinçli ve kararlı bir süreçti. Doğru zamanı bekleyerek, 2020 yılında profesyonel olarak Taurwen projemi hayata geçirdim ve bu gemideki yerimi aldım.
İlk albüm “A Wind Blows From The Mountain Of Death” 2020 yılında dinleyicisiyle buluştu. Daha sonraki albümler ilk albümün devamı niteliğinde miydi, yoksa hepsinin ayrı bir konsepti ve anlatısı var mı?
Her albümüm, farklı bir konsept ve hikâye etrafında şekilleniyor. İlk albümüm, doğanın ve mitolojik anlatıların etkisiyle ortaya çıktı. Aslında yıllardır içimde biriken melodiler ve beni derinden etkileyen hikâyeler, bu albümde hayat buldu.
İkinci albümümde ise tamamen farklı bir konsepte yöneldim ve bir krallığın yükselişi ile çöküşünü anlatan bir eser ortaya koydum. Üçüncü albümümde ise ritüelistik bir atmosfer yaratarak antik alevleri körükledim. Bu albüm, aslında dungeon synth’in ötesine geçerek dark folk ve pagan folk unsurlarına doğru ilerleyeceğimin bir habercisiydi.
Son olarak, 2023 yılında yayımlanan Omnia Mutantur, Nihil Interit albümümle Taurwen anlatısını bambaşka bir boyuta taşıdım. Dungeon synth’in temel unsurlarını koruyarak dark folk ve pagan folk ile harmanladım. Şimdiye kadar en büyük ilgiyi gören çalışmam oldu ve bu sonuçtan oldukça memnunum. Konsept olarak ise İskandinav mitolojisinin etkileri albümde net bir şekilde hissediliyor.
Taurwen – Palingenesia
“Bu albüm, tamamen saf bir şekilde dark folk ve pagan folk unsurlarını işliyor”
Bildiğim kadarıyla yeni albüm 21 Mart’ta yayınlanacak. Bu albümün önceki eserlerinden hangi yönleriyle ayrılıyor? Dinleyicileri nasıl bir atmosfer bekliyor?
Evet, Palingenesia adını verdiğim yeni albümüm 21 Mart’ta yayımlanıyor. 2020’den beri her yıl bir albüm çıkararak müziğime yeni bir şeyler katmaya çalıştım. Ancak 2023’te yayımladığım EP’den sonra 2024’ü es geçtim, çünkü bu albüm üzerinde büyük bir titizlikle çalışıyordum. Nihayet her şey istediğim gibi oldu.
Bu albüm, tamamen saf bir şekilde dark folk ve pagan folk unsurlarını işliyor. Baştan sona yeniden doğuş felsefesini, doğanın döngüselliği üzerinden anlatıyor. Hem geçmişe kök salmaya hem de geleceğe tohumlar ekmeye davet eden bir anlatıya sahip. Yalnızca bir müzik albümü değil; doğayla uyum içinde yaşama, geçmişin bilgeliğini kucaklama ve geleceği inşa etme üzerine bir farkındalık çağrısı, adeta bir manifesto niteliğinde.
Bu albüm beni özellikle heyecanlandırıyor, çünkü ülkemizde alışılmadık bir tür ve anlatı sunuyor. İnsanların nasıl tepki vereceğini görmek için sabırsızlanıyorum. Ayrıca, bu albümde Polonya’da çok sevilen bir grubun üyesiyle özel bir adet düet parça yer alacak. Bu heyecan verici işbirliğini yakında duyuracağım.
Tek kişilik bir proje yürütmek sana nasıl hissettiriyor? Avantajları ve zorlukları neler?
Geldik en sevdiğim soruya, haha! İçtenlikle söylüyorum, hiçbir zorluğu yok. Kesinlikle aldığım en güzel karar. Her şeyi kendim üretiyorum, tasarlıyorum. Sonuçta bu benim hikayem, her aşamasını kendim tasarlayıp üretebiliyorken, ek bir insana ihtiyaç duymuyorum. Bu yüzden kimsenin kurallarına uymak zorunda değilim. Bundan sonra da üreteceğim her şeyi yine tek başıma yapacağım.
“Tek başıma araştırmayı ve üretmeyi seviyorum”
Bir albüm veya şarkı üzerinde çalışırken yalnızlık yaratım sürecini nasıl etkiliyor?
Ben zaten çoğu şeyi kendimle tartışarak, en ince detayına kadar düşünüp kendim için ne doğruysa o yönde ilerleyen biriyim. Tek başıma araştırmayı ve üretmeyi seviyorum. Bu süreç her haliyle olumlu sonuçlanıyor çünkü her şeyden önce insanın kendiyle vakit geçirmeyi sevmesi gerektiğine inanıyorum. Üretim açısından tüm müzik kompozisyonlarını, enstrümanları, aranjeyi, master mix’i baştan sona bildiğim için bir zorluk yaşamıyorum. Çünkü geçmişten bugüne bunun için emek harcadım, eğitim aldım ve kendimi geliştirdim. Nerede, ne yapacağımı çok iyi biliyorum.
Dungeon synth dünyasında seni en çok etkileyen sanatçılar kimler? İlham aldığın başka türler var mı?
Beni en çok etkileyen isimler arasında Burzum, Mortiis‘in ilk zamanları, Secret Stairways, Jim Kirkwood, Summoning gibi dungeon synth sahasında harika işler yapmış sanatçılar bulunuyor. Tabii daha birçok isim var, ama bunlar ilk aklıma gelenler. Bunun dışında neofolk, dark folk, neoclassical türleri de ilham kaynağım olmuştur. Örneğin, Dead Can Dance bu anlamda büyük bir rol oynuyor. Aynı şekilde Ulver ve Empyrium da beni derinden etkileyen gruplar arasında. Hatta klasik müzikten Johann Sebastian Bach, Pyotr Ilyich Tchaikovsky gibi dev isimler de büyük etkiler bırakmıştır. Ben kesinlikle kendimi sabit bir müzik dalında kısıtlamadım. Her zaman keşfetmeye, güzel şeyleri aradan seçip bulmaya ve onların keyfini çıkarmaya çalıştım. Hala da devam ediyorum, ancak son 2-3 yıldır çok yeni gruplara aşina olamıyorum. Belki de vakit bulamıyorum, tabii yıllardır takip ettiğim sanatçılar ve grupların yeni albümleri hariç.
“Bu türü üreten her sanatçı, kendi sound’unu ve hikayesini sunuyor aslında”
Dark folk ve dungeon synth’in ruhani veya meditatif bir yönü olduğunu düşünüyor musun?
Kesinlikle düşünüyorum. Özellikle dungeon synth, ruhani ve meditatif özelliklerinin yanı sıra atmosferik, melodik ve folk yönleriyle de çok güçlü bir tür. Kökeninde Orta Çağ soundu üretilip korunmuş olsa da, o kadar güzel albümler üretildi ki, yıldızlara, eski çağlara, doğaya ithaf edilen harika eserler ortaya çıktı. Bu türü üreten her sanatçı, kendi sound’unu ve hikayesini sunuyor aslında. Yurt dışında çok başarılı bu türü üreten ve benimle aynı sahneyi paylaşan yetenekli arkadaşlarım var. Bu türün sunduğu duyguları ve aynı sahneyi paylaştığımız için gerçekten mutluyum.
Dark folk ise kesinlikle melankolik bir hava taşıyor. Yani herhangi bir dark folk parçasını nerede dinliyor olursanız olun, kendinizi bir anda ruhani açıdan ormanın derinliklerinde bulabilirsiniz. Aynı durum neofolk ve black metal için de geçerli tabii.
Umarım insanlar bu türler arasında kendilerini hissedip, kendi benliklerini bulurlar. Çok şey kaçırdıklarını düşünüyorum, bundan eminim.
Müziğini dinlediğimde beni pastoral bir filme ya da eski dönem atmosferine sahip bir bilgisayar oyununa götürüyor. Peki senin için Taurwen’in dünyası hangi film, kitap ya da sanat eseriyle bütünleşiyor?
Böyle düşündüğüne çok sevindim! Eğer insanlara bu tür duygular ve düşünceler hissettirebiliyorsam, bu benim için büyük bir mutluluk.
Beni etkileyen tek bir şey yok aslında, birçok farklı kaynak benim ilham kaynağım. Örneğin, müzik projemin ismi “Taurwen”, tamamen Tolkien’in Silmarillion kitabından ilham alarak kendim tarafından üretildi. “Taurwen” kelimesi, “balta girmemiş, bakir orman” anlamına geliyor. Bu türleri dinleyen birçok sanatçı da Tolkien’den esinlenmiştir. Örnek olarak, Burzum, Gorgoroth, Isengard ve Summoning gibi projeler de bu evrenden ilham almıştır. Gerçekten bu evrenden etkilenmemek neredeyse imkansız. Tolkien’in yarattığı evren o kadar zengin ve derin ki, ona karşı sadece hayranlık duymak kalıyor. O kadar çok hikayelerini ve kitaplarını okudum ki, bunlar benim için birer ilham kaynağına dönüştü.
Bunun dışında, sanat dünyasında da birçok eski ressam beni çok etkiledi. Mesela, Edward Robert Hughes’ın eserleri bana çok ilham verdi. Hatta ilk albümümdeki “In the Arms of the Night” parçam, onun “Midsummer Eve” adlı eserinden esinlenerek yaratıldı. Aynı şekilde, Norveçli ressam Theodor Kittelsen’in çalışmaları da beni derinden etkiledi ve ilham kaynağım oldu.
Tüm bu etkiler ve daha fazlası birleşerek, beni bir bütün olarak şekillendiriyor diyebilirim.
Analog ve dijital üretim yöntemleri arasında bir denge kurmaya çalışıyor musun? Yoksa tamamen dijital araçlarla mı çalışıyorsun? Bunun artıları ve eksileri sence neler?
Daha çok dijital üretim yoğunluklu bir ortamda yaşıyoruz ve maalesef ülkemizde analog ve akustik enstrümanlar için sağlıklı imkanlar bulmak oldukça zor. Yine de elimden geldiğince analog ve akustik enstrümanları kullanmaya özen gösteriyorum. Dijital üretimin artıları ve eksilerine gelirsek, dijital ortamlar gerçekten büyük bir kolaylık ve olanak sağlıyor, ama nerede ne yapacağınızı bilirseniz. Sonuçta, her şey yine sizin kontrolünüzde. Dijital kaydettiğiniz bir parçayı, en doğal ve akustik şekilde sunabilmek önemli. Bu aşamada seçtiğiniz sesler devreye giriyor, bu yüzden neyin sizin için doğru olacağını bulmak için zaman ayırıp araştırma yapmak gerek. Aynı zamanda bu sesleri nasıl işleyip düzenleyeceğinizi bilmek de önemli. Kısacası, her şey sizde bitiyor; yavaş, doğru adımlarla ve inançla ilerlemelisiniz.
Güzel soruların ve ilgin için çok teşekkür ederim. Harika bir röportajdı! Buradan tüm VoodooNoise takipçilerine sevgilerimi iletiyorum, müzikle kalın!