Dungeon synth ve folk müziğin esrarengiz birleşimi olan Tir, Oytun Bektaş’ın en dikkat çeken müzik projelerinden biridir. Parçaları dinlediğinizde insanı kendi evindeymiş gibi hissettiren karanlık melodileri bir araya getiren ve dinleyicileri bambaşka bir dünyaya sürükleyen Tir, her bir albümde huzurun ve melankolinin iç içe geçtiği eşsiz bir atmosfer yaratıyor.
Empyrium’dan tanıdığımız Thomas Helm ile yaptığı iş birliği ile, bir çok şarkısına da farklı bir boyut kazandıran Tir ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Tir projesinin gizemli dünyasına adım atarak, kuruluşundan yaratıcı sürecine kadar tüm detaylarına odaklanıyoruz.
Merhabalar. Öncelikle kendinizi okuyucularımıza tanıtır mısınız?
Merhaba, ismim Oytun. 2015 yılından bu yana Tir projesinin arkasındaki ve içindeki tek kişiyim. Bu değerli röportaj için şimdiden size teşekkürlerimi sunmak isterim.
Tir projesi nasıl ortaya çıktı?
Uzun yıllardan beri müzik başta olmak üzere sanat ile iç içe bir yaşantım oldu. Tir’in daha kendi vücudunu bulmadığı süreçte kendi kendime kayıtlar alır ve bunları gizli tutmaya özen gösterirdim. Bu kararım 2015 yılında aniden değişti ve gecikmeli de olsa müzik piyasası için ürettiklerimi olgunlaştırarak paylaşmak kararı aldım. Çok kısa bir süre içinde Mountains albümüne Amerika’dan gelen CD yayınlama teklifi sonrası süreç çok daha hızlı bir ivme kazandı.
“Tir, eski Türkçe dilinde tek olma anlamına geliyor.”
Tir isminin anlamı nedir ve müziğinizle nasıl bir bağlantısı var?
Şarkılarımı bestelerken ve armonilerini ortaya çıkartırken sadece kendimle bu sürecin muhasebesini yapmak ve melodilerin olgunlaşmasını sağlamak tamamen kendi başıma tükettiğim zamanlardan ibaret. Aslında bu geçmişte de böyle oldu diyebilirim. İşte tam da bu noktada yaratmak istediğim bu proje de tek kişilik olacaktı ve bu isim olarak da bir bütünlük yakalamalıydı. Tir, kökleri eski Türkçeye dayanan bir kelime olan yalın olma ya da bir başka deyişle “tek olma” anlamına geliyor. Bu bütünlüğün en azından isim olarak da bağıl bir anla bulması beni mutlu eden bir detay.
Thomas Helm ile nasıl tanıştınız ve birlikte çalışma fikri nasıl gelişti? Vokal parçalar üzerinde çalışırken Helm ile nasıl bir yaratıcı sinerji yakaladınız? Ortak çalışmanın avantajları nelerdi?
Empyrium’un dağılma sürecinden sonraki tekrar bir araya gelişleri sonrasına dayanan bir ilişki aslında bu. O dönem hep aklımda olan bir şeydi, İstanbul’da bir Empyrium konseri organize etmek. Bunların hepsi oldu ve bu konserler ile beraber benim grup üyeleri ile, ancak başta Markus ve Thomas ile olan dostluğum çok daha ileri bir seviyeye taşındı. Yanlış hatırlamıyorsam ikinci albümümün kayıt sürecine henüz yeni başlamıştım ki Thomas bana albümde vokal arayıp aramadığımı sordu. İşte başlangıç böyle oldu diyebilirim. Daha sonrası aslında belki de en basit olan kısımdı. Birbirimizi müzikal olarak tanıyor olmamızın avantajı ile Urd, Skuld & Verdandi albumu ile bu ortak çalışma alanına girmiş olduk. Thomas’in ses gücü benim için asla tartışılmaz. Onun Munih operasında bireysel performanslarına da hakimim. Empyrium, Noekk ve Ortnit. Bunlar çok değerli gruplar. Bu yüzden onunla çalışmak hatta onun artık neredeyse Tir’in bir üyesi olarak hareket etmesi benim için mutluluk verici.
Doğa, Paganizm ve Şamanizm Üçgeninde Bir Atmosfer
Tir’in yaratıcı sürecinde zaman ve mekanın rolü nedir? Spesifik bir atmosfer yaratmaya çalışırken nelere dikkat ediyorsunuz?
En başından bu yana doğa, paganizm ve şamanizm üçgeninde bir atmosfer yaratabilmek gayesindeyim. Tüm bu konseptlere ek olarak kozmolojik etkilerin de melodilerime ve temaya sızmasına her daim izin veriyorum. Tüm bu bileşkeleri bir araya getirmek ve uygun armonilere geçiş yapmak stresli gibi gözüküyor olsa da benim için tersine işliyor. Enstrümanların kaydı, bir araya gelişi ansızın oluyor diyebilirim. En başlarda daha spesifik bir dungeon synth konseptte ilerlerken şimdilerde folk ve medieval ögeler ekliyorum müziğime. Bu harmanlama bana gerçekten çok zevk veriyor. Böylece daha eşsiz ve nitelikli bir iş yarattığım düşüncesindeyim. Çünkü yeni dünyada hazır olan dijital ögeler üzerinden müzik üretmek çok basit değil mi? Tabii eğer bu bahsettiklerimiz bir sanat ise!
Albüm kapaklarınız ve görsel estetiğiniz hakkında ne söyleyebilirsiniz? Bu görselleri seçerken neye dikkat ediyorsunuz?
Çok güzel bir soru. Açıkçası en başından bu yana albüm kapaklarımın seçiminde albümlerin teması ve eğrisi büyük önem taşıyor. Her ne kadar temelde dungeon synth müziği yapıyor olsam da az önce de belirttiğim gibi doğa ile iç içe olan bir sanat yaratma telaşım var. Bu durumda komik ilisturasyonlar ve yapay zeka endeksli sanat ürünlerinden ziyade gerçek sanatçılar ile çalışıp, onların çalışmalarını kullanmaya özen gösteriyorum. Bu hem bir dayanışma hem de onların Tir’e olan saygıları ile ilgili.
Doğa Temaları ve Folklorik Ögeler
Müziğinizde doğayı ve folklorik öğeleri nasıl işliyorsunuz? Özellikle etkilendiğiniz mitolojik ya da tarihi hikayeler var mı?
Ormanların fısıltıları ve gökyüzünün rüzgarları kendine her albümümde yer buluyor. Bu bazen dinleyiciye fiziksel olarak yansımasa da ben bu şarkıları kaydederken tam da o bahsettiğim noktalarda bu besteleri yapıyorum. Şanslıyım ki Avustralya’nın ormanları bolca! Mitolojik kavramlar albümlerin genelinde olmasa da bazı parçalar içinde özel yerleri var. Özellikle İskandinav ve Pers mitolojisi hep ilgi duyduğum alanlar. Dini geriliğe sahip olmayan her türlü mistik anlatı bana şiirsel ve heyecan verici gelmiştir. Çünkü siz bir sanat yaratırken doğa gerçeğine bu şiirsel anlatıları birleştirince bunun keyfi bir başka oluyor.
Elektronik unsurlar ile geleneksel enstrümanları bir araya getirmek sizin için nasıl bir deneyim?
Tir’in ilk zamanlarında çok kısıtlı da olsa dijital ögelere yer verdim ama bu noktada hızlı bir karar alıp Tir’i elektronik etkileşimden hızlıca uzaklaştırıp kendi natürel yoluna döndürdüm. Sanırım bu noktada “Ruins of Xibalba”dan yani yan projemden bahsetmem gerekiyor. Bu proje tam da Tir’in içinden doğmuş, daha ambient bir atmosfere dayalı elektronik yapıya odaklanan bir proje oldu. Her ne kadar konsept olarak farklılık gösterse de bir şekilde Tir ile organik bir bağı var.
“Her albüm sonrası çok daha bütünlüklü geri dönüşler almak beni mutlu ediyor.”
Avustralya’da bu tür müziklere ilgi nasıl? Yerel müzik sahnesinde Tir olarak nasıl bir konumda hissediyorsunuz?
Avustralya’ya taşındığım ilk yıl tanıştığım insanlar, ki bunlar çoğunlukla müzisyenlerdi, Tir’i az çok biliyorlardı. Ama burada yayınlamış olduğum albümler ve özellikle Mortis ile gerçekleştirdiğim konser sonrasında Tir’in bilinirliği çok daha hızlı bir ivme kat etti. Yıllardır Amerika ve Avrupa kıtasından yoğun bir dinleyici kitlesine sahipken artık Okyanus kıtasında da bilinmek ve her albüm sonrası çok daha bütünlüklü geri dönüşler almak açıkçası beni mutlu ediyor. Avustralya’da bu müziği yapmaya çalışan onlarca grup var ve şaşırtıcı olan şu ki diğer kıtalardaki örneklerine göre daha ciddi ve samimiler. Bu ciddiyet, benimle olan ilişkilerini de daha saygın kılıyor. Zaman zaman bir çok gruptan aldığım mesajlar Tir’in örnek alındığı yönünde. Bu süper bir şey.
Avustralya’da yaşıyor olmanın müziğinize olan etkileri neler oldu? Farklı kültürel etkiler projeye nasıl yansıdı?
Türkiye’de süre gelen olanaksızlıklar ve yasaklar benim ve gerçekten de sanat üretmeye çalışan insanlar önünde bir engel. Tabi ki bu engel dünyaya ulaşabilmek anlamında. Yoksa sanat bedeli ödenecek en kötü koşullarda yine de ortaya çıkabiliyor ve en minimal ekipmanlarla bile geniş bir yankı uyandırabiliyor. Burada bahsetmek istediğim aslında tam olarak ne istediğiniz ile orantılı. Popüler olma kaygısı sanata vurulan en büyük darbe benim nezdimde. Ben buraya yerleştiğimden beri yine en minimal ekipmanlar ile en basit software’lar ile müzik üretmeye devam ediyorum. Dünyaya ulaşmak pek tabi basit bir halde ama üretmiş olduğum sanat Avustralya’nın olanaklarına paralel gelişmedi; bunu sadece ben kendim istediğim için bu böyle oldu.
Röportaj için teşekkürler, umarım bir gün Türkiye’de veya gezegenin herhangi bir yerinde sizlerle karşılaşabilmek dileğiyle.