“Türk Edebiyatında Cadılar, Büyücüler ve Fantastik Ögeler” isimli yazımda, ekseriyetle, Türk edebiyatının korku ve fantastik türündeki ilk örneklerine yer verdim. Örnekleri verirken kendi okuduğum kitaplardan yola çıktım ve özellikle en çok beğendiklerimi sizinle paylaşmak istedim.
Türk edebiyatında yer alan cadılar, büyücüler ve diğer fantastik figürler, hem halk hikayelerinde hem de yazılı eserlerde önemli bir yer tutar. Özellikle toplumun inanç ve değerlerini yansıtan karakterler olarak karşımıza çıkan bu unsurlar, gerçekliğin sınırlarını zorlayarak okuyucuya farklı bir dünya sunmaktadır. Bu bağlamda cadı ve büyücü figürleri, yalnızca korku ve endişe kaynağı değil, aynı zamanda insan psikolojisini ve sosyal dinamikleri anlamamıza yardımcı olan derin karakterlerdir.
Özellikle cadı ve büyücü karakterleri çoğu zaman toplumun dışladığı, korkulan ya da yanlış anlaşılan bireyler olarak tasvir edilir. Yazarlar kendi eserlerinde, karakterlerin içsel çatışmalarını ve toplumla olan ilişkilerini derinlemesine inceleme fırsatı bulurlar. Eserlerde bu figürlerin sergilediği güç, aynı zamanda toplumsal cinsiyet, iktidar dinamikleri ve bireysel özgürlük temalarını da sorgulama imkanı sunar desek yanlış olmayacaktır.
Dehşet Gecesi – Kerime Nadir
Türk edebiyatında en sevdiğin ilk 3 kitap nedir? diye sorsalar, Kerime Nadir‘in Dehşet Gecesi isimli muhteşem romanı onlardan biridir derdim. Korku ya da fantastik olarak ayırmıyorum, tüm klasmanlar içinde ilk 3’üme çok rahat giren bu kitap cadı-vampir Prenses Ruzihayal’in hikayesidir. Edebiyatımızın ilk vampir romanı olan Dehşet Gecesi’nde Prenses Ruzihayal, Hakkari’nin Cilo Dağı’nda yaşamaktadır. Prensesimiz yeğenine bir mektup gönderir ve onu şatosuna çağırır. Ruzihayal’in emrindeki adamlar haydutlar ve eşkiyalardır ve yeğeni prensesin şatosuna gelene kadar bir takım hadiseler yaşar.
Normalde böyle kıyaslama yapmayı pek sevmem ama hiç abartmayacağım eğer Lovecraft ve Poe bu topraklarda yaşıyor olsaydı muhtemelen ortaya böyle bir eser çıkardı. Kerime Nadir büyük bir yazar olmanın dışında, büyük bir korku üstadı bana kalırsa. Ne yazık ki o zamanki şartlarda -1950’lerde- aşk romanları çok daha fazla satış yaptığı için bu tarza yönelememiş. Keşke birkaç şahane eser daha bırakabilseydi bizlere.
Drakula İstanbul’da – Ali Rıza Seyfi
Türk edebiyatının ilk uyarlama vampir romanı olan Drakula İstanbul’da, bu listede sevdiğim ikinci kitap. Kitap Bram Stoker’ın meşhur romanı Dracula isimli romanının Türkçeleştirilmiş halidir. Kitabın hikayesi ise şöyle: Azmi, Romanya’da yaşayan Drakula adlı bir kişinin avukatlığını üstlenir ve olaylar başlar. “Drakula İstanbul’da,” Türk edebiyatında korku ve fantastik unsurların bir araya getirildiği önemli bir eser olarak kabul edilir. Ali Rıza Seyfi, bu romanla Türk edebiyatında vampir temalı anlatıların öncülerinden biri olmuş ve korku edebiyatına yeni bir soluk kazandırmıştır.
Drakula İstanbul’da romanından uyarlama bir de film var ve ben onu da çok seviyorum. Filmin, Türk sineması tarihinde ilginç bir yeri var: Atıf Kaptan’ın usta oyunculuğuyla hayat verdiği Drakula karakteri, sinema tarihinin uzun köpek dişleri görünen ilk vampiri olarak dikkat çeker.
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç – Hüseyin Rahmi Gürpınar
Sanırım Türk edebiyatında en çok kitabını okuduğum yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Müzeye çevirdiklerini sandığım evini Heybeliada’da ziyaret etmek istemiş ancak bir harabeyle karşılaşmıştım. Hüseyin Rahmi romanlarına konu olacak, ağaçlıklarla çevrili muhteşem bir konakta yaşamış. Her ne kadar içini gezemesem de manzarası ve konumu harikaydı. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç ise, yazarın en sevdiğim kitabı olabilir. Öyle ki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ustaca ve zekice kurduğu cümleler, harika bir kurgu ile bütünleşiyor ve döneminin çok ötesine bile hitap edebilecek alt metinleri, okuyucusuna sunuyor.
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Halley adlı kuyruklu yıldızın Dünya’ya yaklaşmasını konu alır. Yıldızın Dünya’ya gelişi herkesin, özellikle de kadınların, korku duymasına neden olmuştur. İrfan, kadınlara duyduğu öfke nedeniyle onları korkutmaya karar verir. Bunun için bir konferans düzenleyip Halley yıldızı hakkında bir konuşma yapar. Ancak İrfan’ı hiç ummadığı olaylar beklemektedir.
“İnsan birçok şeyden mesul olabilir, fakat çirkinlikten asla. Çünkü bu felaketin en büyük mağduru yine ona uğrayanın kendisidir.”
Âmâk-ı Hayal – Filibeli Ahmed Hilmi
Altını en çok çizdiğim romanlardan biri olan Âmâk-ı Hayal, Filibeli Ahmet Hilmi tarafından 1910’da yazılmış önemli bir eserdir. Eser, her ne kadar tasavvuf edebiyatının önemli bir yapıtı olarak öne çıksa da, aynı zamanda insanı derin hülyalara sürükleyen fantastik ögeler de içermektedir. Kitap, okuyucunun hayal gücünü harekete geçirirken, tasavvufun felsefi ve mistik boyutlarıyla birleşerek zengin bir anlatım sunar. Nitekim baş kahramanımız Raci, derin ontolojik sorular ve sorgulamalar neticesinde, mezarlıkta Aynalı Baba ile karşılaşır. Aynalı Baba, mezarlığın hayaletidir ve Raci’yi daha önce tasavvur edemediği dünyalara sürükler.
“Her insanın hayatında, hakikat yolculuğu farklı bir noktadan ve farklı yollara girerek başlar. Bir dairenin etrafındaki sonsuz noktalar gibi, her bir nokta, noktalığının farkına vardığı zaman, bir uyanış başlar: İnsanlar uykudadırlar; ölünce uyanırlar cümlesinde buyrulduğu gibi “ölmeden önce ölmeye” koyulmanın başlangıcıdır bu uyanış.”
Kitabın karakteri Raci ve Aynalı Baba, bir noktada hepimizin yansımasıdır aslında. Her ikisi de içsel yolculukları ve kimlik arayışlarıyla derin bir bağlantı kurar. Raci’nin yaşamındaki çatışmalar, hayal kırıklıkları ve umutları, okuyucuya kendi yaşamındaki benzer duyguları hatırlatır. Aynalı Baba ise, bireyin ruhsal derinliklerini keşfetme çabasında bir rehber niteliği taşır. Onun varlığı, herkesin içinde saklı olan benlik sorgulamasını ve varoluşsal sorgulamaları gün yüzüne çıkarır. Raci ve Aynalı Baba, bizleri düşündüren, sorgulatan ve kendi içsel dünyamızla yüzleşmeye yönlendiren karakterlerdir; dolayısıyla, onların hikayeleri, bizim hikayemizle iç içe geçmiş durumdadır.
Karanlık Konakta Ne Var? – M. Akil
M. Âkil Koyuncu’nun 1928’de neşrettiği Karanlık Konakta Ne Var? Türk polisiye edebiyatının roman formatındaki ilk önemli eserlerinden biridir ancak asla yalnızca bir polisiye roman değildir. Kitap, okuyucuyu derin bir merak ve heyecan içinde tutarken, aynı zamanda ruh çağırma, spiritüalizm gibi mistik temalara da yer vermektedir. Mistik temalar romanın atmosferini daha da yoğunlaştırarak, sıradan bir suç hikayesinin ötesine geçmesine olanak tanır. Karakterlerin içsel çatışmaları ve ruhsal yolculukları, okuyucuya sadece bir cinayet soruşturmasının değil, aynı zamanda insanın bilinmeyen yönleriyle yüzleştiği bir deneyim sunar. Roman, gizem dolu olayları ve derin psikolojik tahlilleri bir araya getirerek, beni oldukça heyecanlandıran bir okuma deneyimi sundu.
Hayaletler ve hipnoz gibi temaların yer aldığı bu kitabı okurken, adeta bir Hüseyin Rahmi kitabı okuyor gibi hissettim. Yazarın anlatım tarzı ve karakter derinlikleri, bana onun eserlerindeki o akıcı ve renkli dili hatırlattı. Yalnız kitapta çok fazla eski kelimeler var, her ne kadar sayfanın altında açıklamalarda kelimelerin anlamlarına yer verilse de, bu durum okuyucuyu sıkabilir. Tamamen günümüz Türkçesi ile yazılmış olsa su gibi okunacağı kanaatindeyim. Ben yine de okurken büyük keyif almıştım.
Ötüken Neşriyat’ın “Geçmişten Günümüze Polisiye” serisinde bu tarzda daha birçok kitap bulunuyor, ancak ben henüz sadece bir tanesini okudum. Diğerlerini de okumak için sabırsızlanıyorum.
Başka Dünyalarda Canlı Mahlukat Var mı? – Osman Nuri Eralp
Karakarga Yayınları’nın “Kayıp Kitaplar Kütüphanesi” serisinden çıkan Başka Dünyalarda Canlı Mahlukat Var mı? kitabı, Türkiye’nin ilk bilim-kurgu eseri olması ile dikkat çekmektedir. Bir bakteriyolog olan Osman Nuri tarafından kaleme alınıp, 1918 yılında basılan kitap, bildiğim kadarıyla, tesadüfen Bilge Kösebalaban tarafından keşfediliyor ve sonrasında latin harflerine aktarılıyor. Kitap, önce Dünya ve gezegenlerde hayat üzerine kısa bir giriş yaparak başlıyor ve ardından her bir gezegene ayrı ayrı değiniyor. Daha sonra ise gezegenlerin temel özellikleri hakkında bilgi veriliyor.
Kitap, sadece gezegenlerin fiziksel özelliklerini değil, aynı zamanda bunların olası yaşam formları üzerindeki etkilerini de irdeliyor. Her gezegenin kendine özgü koşullarının, orada var olabilecek canlıların nasıl bir yapıda olabileceğini düşündürüyor. Örneğin, yüksek sıcaklıklara sahip bir gezegende nasıl dayanıklı organizmaların var olabileceği üzerine spekülasyonlar yapılıyor. Aslında kitap, tamamen yazarın kendi sorgulamalarından ve merakından doğan ipuçları üzerine şekillenmiş durumda ancak okudukça bizler de bu sorgulamaya dahil oluyoruz.
“Bu dünyalarda canlı yaratık var mıdır? Şüphesiz böyle bir sorunun cevabı lazımdır, dediğimiz sürece hayat neden sadece dünyamızda oluşmuş olsun? Bu âlemlerin ortasında, bu dünyaların hepsi birdir. Toz kadar olan Dünya’mızda hayat, canlı yaratık olsun da, onlarda olmasın? Onlar bu dünyadan küçük müdür? Onlar bu dünyadan ilerleme bazında farklı mıdır? Hayır, bu bahsedilen dünyamız gibi hep birbirinden doğmuştur. Hepsi birbirinin anası, babası, hepsi birbirinin kardeşidir. İşte bu soruya karşı bugün kesin cevap verilmiş:
Her âlemin kendine özgü, kendi doğal şartlarına göre oluşmuş canlısı, canlı yaratığı vardır.”
Cadı – Hüseyin Rahmi Gürpınar
Geçtiğimiz aylarda da sinemaya uyarlanan Cadı, Hüseyin Rahmi’nin en önemli eserlerinden biridir. Kocası vefat ettikten sonra dayısının evine yerleşen Fikriye ve çocuğu, yengesinin yoğun baskılarıyla tekrar evlenmeye zorlanır. Çöpçatan bir kadının bulduğu, maaşı yerinde, iki kez evlenmiş ve iki çocuk babası dul Naşit Efendi ideal damat adayı olarak ortaya çıkar. Hazırlıklar tamamlandığında, Fikriye Hanım her ne kadar gönülsüz olsa da, bu evliliğe razı gelmek üzeredir. Ancak tam o sırada, eski bir aile dostu olan Hasibe Hanım çıkagelir ve Fikriye’ye Naşit Efendi hakkında tüm dedikoduları anlatmaya başlar. Söylentilere göre, Naşit Efendi’nin vefat eden ilk eşi Binnaz, bir cadıya dönüşmüş ve kocasının yeniden evlendiği kadınları öldürmek için mezarından çıkıp eve gelirmiş.
Hüseyin Rahmi’nin kitapları sosyolojik açıdan değerlendirilecek olsa, muhtemelen çok fazla malzeme çıkar görüşündeyim. Yazar, toplumsal yapıların derinliklerine inerek, insanların günlük yaşamlarını, davranışlarını ve inanışlarını ustalıkla eserlerinde işlemektedir desek yanlış olmayacaktır. Diğer romanlarında olduğu gibi, bu kitabında da mahalle baskısı, batıl inançlar ve toplumun önyargıları gibi temaları tek bir potada eriterek, okuyucuya düşündürücü ve eğlenceli bir anlatı sunmaktadır.
Ayrı kalemlerde ele almak istediğim ancak yazıyı çok fazla uzatacağını düşündüğüm için şu kitaplarına da burada yer vermek isterim:
Ölüm Bir Kurtuluş mudur?
Şeytan İşi
Efsuncu Baba
Ölüler Yaşıyorlar mı?
Gulyabani
Türk Kültüründe Gulyabani – Seçkin Sarpkaya / Mehmet Berk Yaltırık / Ömer Faruk Yazıcı
Şimdi size farklı bir kitap önereceğim. Türk folklorunda ve edebiyatında yer alan Gulyabani figürü, diğer kültürlerdeki benzer karakterlerle karşılaştırıldığında oldukça ilginç bir inceleme konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gulyabani, korku ve doğaüstü ögelerle iç içe geçmiş bir varlık olarak, halk arasında efsanelere konu olmuş ve zamanla edebiyata, hatta sinemaya da taşınmıştır.
Türk Kültüründe Gulyabani isimli kitap, dört bölümden oluşmaktadır ve her üç yazar da, kendi bölümlerinde, kendi araştırmalarını okuyucuya sunmaktadır. Birinci bölüm “Dünyada Gul/Gulyabani ve Türk Halk Bilgisinde Gulyabani” – Seçkin Sarpkaya tarafından, İkinci bölüm “Türk Tarih ve Edebiyat Kaynakları ile Popüler Kültürde Gulyabani” Mehmet Berk Yaltırık tarafından ve son bölüm “Klasik Türk Edebiyatında Gulyabani” ise Ömer Faruk Yazıcı tarafından kaleme alınmıştır. Kitabın en sonunda ise harika çizimler yer alıyor.
Bana kalırsa, bu kitap her korku ve fantastik türü seven okurun kitaplığında mutlaka yer almalı. Ayrıca yine Mehmet Berk Yaltırık’ın kaleme aldığı Karanlığın Şahidesi, Kan Sahibi, Hunaşamzade kitaplarını ve Seçkin Sarpkaya ile birlikte yazdığı Türk Kültüründe Vampirler isimli kitabı da öneriyorum.
Bonus: Şehzade Yangını – Selçuk Ören
18. yüzyıl Osmanlı Dönemi’nde geçen çok ilginç bir hikaye… Bir yanda zombiler, bir yanda ağır vergilerden bıkmış bir halk, bir yanda isyancılar, bir yanda veba salgını ve tüm bunları ağırlayan bir şehir, İstanbul. Çizimleri ayrı, konusu ayrı etkileyici bir çizgi roman serisi. Ancak şunu üzülerek söyleyeceğim ki maalesef bu seri yarım kaldı ve devam edecek mi bilmiyorum.
Dip Not: Kapak fotoğrafında yer alan ve Kenan Hulusi Koray tarafından kaleme alınan Kavaklıkoz Hanında Bir Vaka isimli kitabı bilerek bu listeye dahil etmedim çünkü edit konusunda çok kötü bir iş çıkarmışlar. Muhtemelen okurken sıkılırsınız.
Dip Not 2: Burada yer alması gereken daha nice kitaplar var, biliyorum. Ancak hepsine ne yazık ki yetişemiyorum. Onlar da bir dahaki yazıda sizleri selamlar!